6.5.07

İslamda inanç ve düşünce özgürlüğü / Hoşgörü ve Katlanma

Hoş görü, kusuru görmezden gelmek, aldırmamak ve göz yummak anlamlarına gelir. Katlanma ise beğenilmeyen davranışlarda bulunanlara tahammül göstermek ve iyilik yapmaya devam etmek demek olur.

İnsanlara inandığı gibi yaşama hürriyetini veren bizzat Allah Teâlâ olduğu için ne yahudiye, ne hırıstiyana ne de bir başka inanç sahibine baskı yapılır. Bize düşen, onlara tahammül göstermek ve onları güzellikle uyarmaktır. "Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış. Çünkü Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir." (Nahl 16/125)

Müslümanlara Karşı Hoşgörü

Hoşgörü, Müslümanlara karşı olur. Çünkü temel inançları aynı olan kişiler ayrıntıdaki farkları önemsemezler. Müslümanların değişik mezhepler etrafında kümeleşmeleri ayrıntılardan kaynaklanır. Kendini bilmez kişiler bir kenara bırakılırsa Müslümanlar mezhep ayrılığını bir rahmet vesilesi sayarlar.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin ağzından çıktığı kuşku götürmez bir şekilde tespit edilen mütevatir hadis sayısı alimlere göre farklılık gösterir. İcmaın fiilen gerçekleşip gerçekleşmediği de tartışmalıdır. Müslümanların tartışmadıkları tek metin Kur'an-ı Kerim'dir. Bu sebeple Kur'an'ın açık hükümlerine aykırı düşmeyen davranışları hoşgörmek her müslümanın borcudur. Çünkü hiç kimse, bir başkasının araştırmaları ile vardığı sonuca uymak zorunda değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı çok sert, kendi aralarında merhametlidirler." (Fetih 48/29)

"Ey İnananlar! İçinizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine, kendisinin sevdiği ve onların da onu sevdiği bir milleti getirir. Bunlar inananlara karşı alçak gönüllü, inkarcılara karşı çok sert olurlar. Allah yolunda cihat eder, kınayanların kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah'ın öyle büyük bir vergisidir ki, kime dilerse ona verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir.

Sizin dostunuz ancak Allah ve onun peygamberi ile namaz kılan, zekat veren ve rüku eden müminlerdir.

Kim Allah'ı, Peygamberini ve inananları dost edinirse Allah'tan yana olanlar şüphesiz üstün gelirler." (Maide 5/54-56)


Kafirlere Katlanma

Kafirler, Allah'ın koyduğu şeriatı tamamen veya kısmen tanımazlık eden kimselerdir. Böylelerine karşı hoşgörü iddiası bir samimiyetsizlik hissi vermektedir. Çünkü hem Kur'an'ın bütününe inanacaksın hem de temel inançları, hayata bakışı ve algılayışı senden büsbütün farklı olanların kusurunu görmezden geleceğini, ve onlara göz yumacağını söyleyeceksin. Bu pek inandırıcı olmaz. Bir hırıstiyanın Hz. İsa'yı tanrı yerine koymasından veya bir Yahudi'nin insanları kendi köleleri gibi görmesinden hoşlanmak olamaz. Ama insanları bizim gibi inanmaya zorlayamayacağımızdan onların beğenmediğimiz davranışlarına katlanabilir ve onlarla iyi ilişkiler içinde olabiliriz.



İman Bir Kalp İşidir

İmanın temeli içten kabul, yani kalp ile tasdiktir. İnsanın içini bir kendisi bilir bir de Allah. Bu sebeple insanı, bir inancı kabule veya inkara zorlamak anlamsızdır.

"Dinde zorlama yoktur; artık doğru ile eğri birbirinden iyice ayrılmıştır. Bundan böyle kim zorbaları tanımaz da Allah'a inanırsa kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir." (Bakara 2/256)

Birine zorla inandım dedirtmek onu münafık yapmaktır. İçte olmayan inancın faydası olmaz. Allah insanları inanmaya zorlasaydı Onun bir tek emri ile her kes, ister istemez inanmış olurdu. Ama o doğru ile yanlışı gösterip bir seçme hürriyetini vermiş ve insanı serbest bırakmıştır.

"Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?" (Yunus 10/99)


Niyet

Allah'a isteyerek boyun eğmenin göstergesi niyettir. Niyet, bir şeye içten karar vermektir. "Ameller niyetlere göredir." Niyetsiz ibadet yapılmadığından zorla ibadet de olmaz.


Herkesin Dini Kendine

"Kim yola gelirse sadece kendi için gelmiş olur. Kim de yolunu kaybederse sadece kendi aleyhine kaybeder. Hiç bir günahkar başkasının günahını çekmez. Biz de bir elçi gönderinceye kadar azab etmeyiz." (İsrâ 17/15)


İnançlara Hakaret Yasağı

"Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin. Sonra onlar da taşkınlık edip bilmeyerek Allah'a söverler." (En'am 6/108)


Kendini Bilmeyenlere Aldırmama

"Onları doğru yola çağırsan duymazlar. Sana baktıklarını görürsün ama seçemezler.

Sen bağışlamadan yana ol, uygun olanı emret, kendini bilmeyenlere de aldırma. Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın. Çünkü o işitir ve bilir. (A'raf 7/198-200)


İnsanları Uyarma

Kötülüğe karşı insanları uyarmalı, tedbiri elden bırakmamalı ve gerektiğinde tavır koymalıdır.

"Aşırı giden kimselersiniz diye sizi Kuran'la uyarmaktan vaz mı geçelim?" (Zuhruf 43/5)


Her Zaman Adalet

"Ey İnananlar! Allah rızası için, eğilmeyen, dürüstçe şahitlik yapan kimseler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sakın sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olun; takvaya en yakın olanı budur. Allah'a karşı korunun, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır." (Maide 5/8)


Tedbir

Müslümanlar başkalarından hep kötülük, hakaret ve ihanet görmüşlerdir. İnsanları çok iyi tanıyan Allah Teâlâ bir taraftan Müslümanların onlara katlanmalarını isterken diğer taraftan da tedbiri elden bırakmamalarını emretmektedir.

"Ey İnananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar başınıza dert açmaktan geri durmazlar. Sizi hangi şey sıkıntıya sokarsa onlar ondan hoşlanırlar. Onların kinleri zaten ağızlarından taşar. İçlerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer aklınızı işletirseniz onların alametlerini size apaçık bildirmişizdir.

İşte siz öyle kimselersiniz ki onları seversiniz, ama onlar sizi sevmezler. Bütün Kitaba da inanırsınız. Sizinle karşılaştıkları zaman: "Size güvence vermişizdir" derler, yalnız kaldıklarında da, öfkelerinden size karşı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizden geberin." Allah göğüslerin içinde olanı bilir.

Size bir iyilik dokunsa onları rahatsız eder.

Başınıza bir kötülük gelse ona da sevinirler. Eğer sabreder ve Allah'tan sakınırsanız, onların kurduğu düzenin size bir zararı olmaz. Çünkü ne yapsalar Allah onu çepeçevre kuşatmıştır." (Al-i imran 3/118-120)


İyi Geçinmek Başka Sevmek Başkadır

"Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi gösteriyorsunuz oysa ki onlar, size gelen gerçeği kabul etmemişlerdir. Rabbiniz olan Allah'a inandınız diye tutup hem Peygamberi hem de sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmış bulunurken onlara içten içe sevgi beslerseniz ne olacak? Ben, sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden kim bunu yaparsa şüphesiz doğru yoldan sapmış olur.

Sizi ele geçirseler düşman kesilirler.Ellerini ve dillerini size kötülük için uzatırlar. Keşke inkar etseniz diye temenni ederler. (Mümtahane 60/1-2)


Silaha Silah

Kargaşanın önüne geçmek için silah kullanmak gerekebilir.

"Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, ama haksız yere saldırmayın. Çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez.

Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.

Kargaşa çıkarmak cana kıymaktan beterdir. Onlar sizinle savaşmadıkça siz Mescidi Haram yanında onlarla savaşmayın. Eğer savaşırlarsa onları öldürün. İşte Allah'ı tanımazlık edenlerin cezası böyledir.

Eğer vazgeçerlerse Allah bağışlar ve merhamet eder.

Kargaşa bitip ortada yalnız Allah'ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık olmaz." (Bakara 2/190-193)

Savaşmayanlara Karşı Adil Olmalıdır

"Allah, din hakkında sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz; doğrusu Allah adil olanları sever.

Allah sadece, sizinle din hakkında savaşanlara, sizi yurtlarınızdan çıkaranlara ve çıkarılmanıza yardım edenlere yakınlık göstermenizi yasaklar. Kim onlara yakınlık gösterirse, işte onlar zalimlerdir." (Mümtahane 60/7-9)


Baskıya Son Vermek İçin Savaş

Savaş haksızlıklara ve baskılara son vermek, insanların hür bir ortamda hayatlarını sürdürmelerini sağlamak için yapılır.

"Size ne oluyor da Allah yolunda savaşmıyorsunuz? Oysaki erkek, kadın, çoluk çocuk bir takım düşkünler "Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu yerden çıkar, katından bize bir önder gönder, katından bize bir yardımcı gönder" deyip duruyorlar." (Nisa 4/75)

SONUÇ

Müslüman, arzularını dizginleyerek Allah'ın emirlerini öne alır. Kafir ise arzularını öne alarak Allah'ın emirlerini geriye iter. Bu, müslümanı diğerlerinden ayıran önemli noktalardandır. Müslümanın başkalarına katlanması bundandır.

Bugün batı insanı kendi öz evladının bile yükünü çekemez olmuştur. Arzularını tatmin için nesilleri, bitkileri, hayvanları, balıkları havayı, suyu ve uzayı bile yok etmektedir. Bu gibi kimselerin size katlanmasını nasıl beklersiniz?

Müslümanlar da zaman arzularını dizginleyemezler. Böyle durumlarda saldırgan davrandıkları olur. Ama bu davranışlar Kur'an'a aykırı olacağından uzun ömürlü olmaz. İslam toplumunda uzun ömürlü olan hoşgörü ve katlanmadır. Bunun sayısız örneklerini her yerde ve her zaman görmek mümkündür.

Bakara suresinin 256. ayetinde ifade edilen " Dinde zorlama yoktur" prensibi İslamiyetin mukaddes bir metni olmakla beraber, İslam tarihi boyunca da toplumdaki islevini en iyi şekilde korumuştur. Akıl duyusuyla donatılan insanoğlunu diger yaratıklardan ayıran en bariz özellik de sorumluluk duygusudur. Cenab-ı Allah insanlara bu sorumluluğu yüklediği halde ona iyilik ve kötülüğü göstermiş, kendi hür düşüncesiyle istediği inanca ulaşabilmesine olanak sağlamıstır. Nitekim İnsan suresinin 3. ayetinde şöyle buyurmaktadır: " Şüphesiz biz o'na (doğru) yolu gösterdik, ya şükredip (inanır) veya nankör olup (karşı çıkar)."

 

İslamda gördüğümüz ifade özgürlüğünden amaç, insanlara yararlı olacak maddi ve manevi terakkinin sağlanmasında katkıda bulunulacaksa bunun, hem toplumsal ve hem de bireysel bağlamda bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaksıdır. Ancak meşru amaçların dışında İslamın devlet düzenini baltalayacak, toplumun inandığı İslam dinine saldıracak, onun ortadan kaldırılması için siyasi oluşumlar üretecek, veya ifade özgürlüğü ismi altında bu siyasi veya toplumsal bozucu oluşumların meşruiyet kazanması için hareket edecek bir özgürlüğe İslamiyet izin vermez. Zira zaruri menfaatler diye bildiğimiz akıl, din, can, nesil ve malın korunmasından birisi de dinin korunmasıdır. Halbuki sınırsız ifade özgürlüğü bu korunmayı ortadan kaldırmaktadır. Yani fert her istediğini dile getirecekse, düzen veya sınır tanımayacaksa, toplumdaki menfi etkilerin ne olacağını düşünmeden belirli bir düşünceyi ifade edip, görüşlerini başkalarına benimsetmeye kalkısacaksa, toplumdaki düzeni alt üst edecektir. Ayrıca toplum fertlerinin, aynı kültür ve zeka yapısında olduklarını düşünmek de yanlış bir tutumdur. Zira ifade edilen veya ileri sürülen herhangi bir görüşün, toplum fertleri arasındaki yankısı değişiktir. Kişi eğer belirli bir kesime hitap edecekse, gerekli her türlü özgürlüğe sahip olabilmelidir. Ama hiç sınır tanımadan, benimsetmek istediği görüşlerini herkese ve heryerde ifade etmeye kalkışırsa, büyük bir kargaşaya zemin hazırlamış olur.

 

 

Şerafettin ŞİMŞEK

DKAB Öğretmeni

merkezdin@hotmail.com

 

İslam'da Düşünce Özgürlüğü


İslam'da Düşünce ve Düşünce Özgürlüğü

Çağımızda İslam Dini'nin en büyük şanssızlıklarından biri, bugün yasamakta olan Müslümanlar arasında, özellikle dünya milletleri arasında çok az tanınmış olması, yahut yeterince tanınmamış olması, başka bir ifade ile olduğundan farklı tanıtılmış olmasıdır. İnsanların ve bilmeyen Müslümanların kafasında oluşan yanlış imajları silmek ve katıksız olarak İslam Dini'ni bütün yönleriyle tanıtmak en önemli hizmetlerinden biridir.

İslam'ın dünya görüsü son zamanlarda iyice ihmal edilerek, temeli yabancılara uzanan düşünceler hakim kılınmaya çalışılmıştır. İslam'ın dünya görüsünün aynası, en önemli sorunlardan olan düşünce ve inanç özgürlüğüne getirmiş olduğu yaklaşımlardır. Uygar dünya uzayı fethetmekle insani fethetmiş olmadı. Oysa ki evrendeki en önemli unsur insanoğludur. İslam'ın insanlığa vermiş olduğu üstün mesajlar, ona sağladığı geniş haklar ne yazık ki hala çağdaş insanlara verilmemiş durumdadır ve hala insanlar dinlerinden, ırklarından, düşünce ve inançlarından ötürü boğazlanmakta, kılık kıyafetleriyle uğraşılmakta her gün biraz daha baskılar artmakta, işkence ve izdi raplar dinmek bilmemektedir. Her vesileyle çarenin demokrasi olduğu vurgulanmaktaysa da bunun dertlere çare olmadığı apaçık görülmektedir.

İslam, yaratılısının gereği insana tüm hakları vermiştir. İnsanlar arasında mal-mülk, kabile, renk, cins ayrımı yoktur. Bunlar insani insan olarak değerlendirme-de ölçü olarak kabul edilmemiştir. İnsana verilen bu değer Kurban'da ifadesini söyle bulmuştur. "Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Millet ve kabileler halinde topluluklar kildik ki birbirinizi tanıyasınız. Allah katında en üstün olanınız ondan en çok sakınanınızdır. "

İslam, Habeşli bir köleyi ordularının basına getirirken, ezilenleri, dislananlari koruma mücadelesi verirken, dünya bu alanda düşünmeyi bile aklına getirmiyordu. Bati Dünyası'ndaki insan hakları düşüncesinin geçmişine baktığımızda, tarihte üç olayın adeta insan haklarının dönemeçleri kabul edil-dibini görürsünüz. Bunlardan birincisi, İngiltere'de başkaldıran İngiliz baronları-ne haklar tanımak amacıyla Kral Yurtsuz John tarafından 1215'te çıkarılan ferman-dır. "Büyük Ferman" anlamında "Magma C(h)arta" adi verilmiştir. İnsan haklarının Avrupa'daki ilk sözleşmesi sayılan Magma Harta hürriyetin beşiği sayılan İngiltere'de 15 Haziran 1215'te istemeyerek te olsa Kral John tarafından mühürlenip imzalandıktan sonra ilan edil-mistir. Oysa ki bu tarih Hz. Muhammed'-in Medine'de Müslüman, Yahudi ve müşriklerle anlaşarak 47 (veya daha fazla) madde halinde imzaladıkları kardeşlik, yurttaşlık ve yardımlaşma mukavelesi olan Medine sözleşmesinden tam 593 yıl sonradır.

Redhouse sözlüğüne baktığımızda Magma Harta su şekilde tanımlanmıştır. "İngiliz derebeyleri ve Kral John tarafından 1215'te çıkarılan büyük ferman ki halkın şahsi masumiyetini ve şahsi haklarını tanıyan ilk siyasi vesikadır, İngiliz demokrasisinin temelini teşkil eder; şahsi hürriyeti müdafaa eden bir anayasa" (Redhouse, s.633)

Magma Harta ile insanlara bazı hakların tanındığı inkar edilemez. Ancak batılıların "insan haklarının temelini" bu fermanla başlatma iddiaları tamamen asilsizdir. Oysa ki yeryüzünde insan hak ve vecibeleri konusunda ilk yazılı belge Hz. Muhammed'in başkanlığında 4 büyük grubu temsil eden yetkilerin 622'de imzaladıkları Medine Sözleşmesi'dir.

Batı'da insan haklarının ikinci dönemeci kabul edilen "Fransız insan ve Yurttaş hakları Beyannamesi"dir. Fransız ihtilali'nin (1789) etkisiyle meydana getirilen Fransız Halkının Milli Meclis halinde toplanan mümessilleri tarafından ilan edilen bu beyannameye ancak sınıf çatışması, kan, savaş ve buhran sonucu ulaşılabilmiştir. Oysa ki miladi 622 yılında Hz. Muhammed çatışma ve kan olmaksızın anlaşma sağlamıştı.

Batinin üçüncü dönemeci ise BM insan hakları Bildirgesi'dir. BM teşkilatına üye olan devletlerce 10 Aralık 1948 tarihinde toplanan Paris Kongresi'nde kabul edilen, bütün insanlara tanınan temel hakları belirten bu bildiri de ancak her iki dünya savasının yarattığı dehşet ve meydana getirdiği yıkımdan ürkmenin bir sonucu olarak ortaya konulabilmiştir. Oysa İslam'ın getirdiği insan hakları ayni zamanda fıtri haklar olup 15 asırdan bu yana İslam dünyasının fiilen yaşattığı ve uyguladığı haklardır. Halbuki Batı'da insan haklarının modern anlamda doğusu Katolik ve Protestanların, azınlıkta oldukları topluluklarda ve ülkelerde cezalandırılmaları nedeniyle Avrupa'da başlayan Rönesans sonrası döneme denk düşer.

İslam'ın insanlığa sağladığı bazı hakları söyle haddelendirebiliriz:

1. Bütün insanlar doğuştan günahsızdır. Suç ve ceza mefhumları ergenlikten itibaren söz konusudur.
2. insanlar Adem'in çocukları olup eşit haklara sahip olarak doğarlar.
3. Her doğan canlı yasama ve özgürlük hakkına sahiptir.
4. İnsanların canları, malları ve ırzları koruma altında olup kutsaldır.
5. Adalet dünya hayatinin temelidir. Herkes adaletten pay alma hakkına sahiptir. (Nisa, 5
6. İnsanların meskenleri koruma altındadır. İzinsiz girmek yasaktır. (Nur, 27)
7. Başkalarına zarar vermedikçe insanların neyle uğraştıklarıyla uğraşmak, casusluk yapmak yasaktır. (Hucurat, 12)
8. Ferdi sorumluluk esastır. Kimse kimsenin yaptığından dolayı sorumlu tutulamaz. (En'am, 164)
9. Herkes, istediği gibi düşünme ve düşündüğünü açıklama hakkına sahiptir. (Kur'an kendisine karsı çıkanlara her türlü yolu denemeleri için meydan okur)
10. İnsanlar, inanç özgürlüğüne sahiptirler. (Bakara, 256)
11. Hiç kimsenin mali haksiz yollarla gasledilemez. (Nisa, 29)
12. Herkes kazanma hakkına sahiptir. Rantiyecilik yoktur.
13. Herkes siyaset yapma hakkına sahiptir. (Bakara, 279)
14. Zulmün, işkencenin ve haksizliğin her çeşidi yasaklanmıştır. Zulüm yasak olduğu gibi, zulme karsı çıkmamak ta yasaktır. (Bakara, 283)
15. Her insan eğitim ve öğretim özgürlüğüne sahiptir. Öğrendiklerini başkalarına öğretme hakkına da sahiptir.
16. hakların korunması için şahitlik yapma ve isteme hakki vardır. (Isça, 23)
17. Ailede ana-babaya itaat esastır. (Ankebut,
18. Devlet hizmetinde çalışan ya da özel islerde çalışanların devlet ya da işverenleri üzerinde günün koşullarında normla şartlarda geçinebilecekleri bir ücret alma hakları vardır.

İslam'da Düşünce

Düşünce özgürlüğü denilince akla ilk gelen İslam'dır. Çünkü, özgürce düşünmeyi dünyaya öğreten din sadece İslam Dini'dir. İslam, güveni ve acımayı simgelediği gibi bu adin ilk çağrıştırdığı anlamlardan biri de şüphesiz özgürlüktür. İslam Tevhide inancını getirmiştir. Tevhide inancı özgürlüğün sembolüdür. Kulu, kullar karsısında kul olmaktan kurtarıp, sadece en büyük kudret sahibi olan Allah'a kulluk etmeyi gerektirir. Allah'a inan-an, yalnız O'na kulluk eden bir mü'min veya mü'minler topluluğu kulluk sınırları karsısında birbirlerine karsı tam bağımsız bir sekildi hareket ederler. Tevhide inancının iyice yerleşmediği toplumlarda ya da zedelendiği toplumlarda insanlar birbirlerine kulluk ederler. Eşyaya, çıkar ilişkilerine, rantiyeye, silah gücüne taparlar. Bu tip insanların özgür olduğunu söylemek mümkün değildir. Tevhide inancıyla özgürleşen insan hem düşünce, hem de inanç açısından özgürleşir. Başkalarını hoşgörüyle karsılar. farklı inanç sahiplerine saygılı olur. Çünkü İslam, düşünce inancı tam anlamıyla özgürleştirmiştir.

Hayvanların hayatına yön veren şey taklitçiliktir. İnsanda asil olan ise onların tam tersine düşünerek, konuşarak, muhakeme ederek is yapmaktır. Bu yetenekleriyle insanlar diger bütün canlıları emirleri altına alırlar. Bu durum düşüncenin ve aklin önemini ve gücünü kavramamıza ışık tutmaktadır. İnsanoğluna yeryüzünün muahhar kılınmasının sebebi, akil, düşünme ve bilgi edinmedir. Bilginin temeli düşünme, düşünmenin temeli de akildir. İste bu yüzden İslam akla ve düşünmeye büyük önem vermiştir ki Kur'an'ın "707" ayetinde düşünmekten bahsedilmektedir.

Islama düşünceyi iki kısımda mütalaa edebiliriz. : biri İslam Dini'nin temel hükümleri üzerinde düşünmektir. Bunlar da iman, ibadet ve ahlaka yönelik hükümlerdir. Bu gibi hükümler üzerinde düşünüp yeni bazı düşünceler üretmek söz konusu olamaz .inanç, ibadet ve ahlak konularına akli sokmamak ve düşünce üretmemek bu ilkeleri olduğu gibi kabul etmek dinin tabiatındandır. Din ancak bu ilkelerin korunmasıyla korunabilir. Önemli olan ise inanılacak şeylerin tespitinde ve kavranmasında akli kullanmaktır. İnanç esasları, ibadet ve ahlak ilkeleri sabit olunca, mü'minler akıllarını sadece dünya islerinde kullanacak ve daha yoğun bir şekilde düşünce üreteceklerdir. Aklin dünyamızla ilgili islerde kullanılması böylece düşünce üretilmesi İslam'ın dünya hayatına verdiği önemi de vurgulamaktadır. İslam akli dünya islerinde kullanarak düşünme üretmenin kapısını bundan 15 asır önce açtı. Hz. Peygamber'in dünya islerinde ashabıyla istişare ettiği, Hz. Ömer'in bu konulardaki ictihadlari tarihin kaydettikleridir. Rey ekolü sahibi Ebu Hanife'nin bir rivayete göre 63000 olan içtihadı ve mezhebinin bir çok yerinde yayılmış olması akli ve düşünceyi aktüel hale getirmesindendir.

Islama düşüncenin şartlarından ikincisi ise dini naslar dışında önceden hiçbir otoritenin hiçbir pesin fikrin kabullenilmemiş olmasıdır. Otorite şahıslar yerine otorite ilkeler kabul edilmelidir. Otorite yerine ilkelerin kabul edildiği toplumlarda özgürlükten söz edilebilir. düşünce ya da kendi aklini kullanma konusunda Kur'an-i Kerim'de 300'e yakına yerde insanlar kendi akıllarıyla düşünmeye çağrılmaktadırlar. bazı ayetler özellikle babaları (ataları) körü körüne taklit etmekten sakındırmaktadır. (Bk. Bakara 17; Maide 104; A'raf, 28; ...)

İslam'da Düşünce Özgürlüğü

İslam, okumayı, yazmayı vahyin başlangıcı kılan ve kutsal kitabinin ilk ayetini "oku" diye başlatan bir dindir. okumayı, yazmayı, öğrenmeyi temel alan İslam cehalete karsı da amansız bir savaş açmıştır. Ayni zamanda Kur'an düşünmeye ve düşünceye de büyük önem verir. Kurban'da doğrudan müminleri düşünmeye çağıran "200" civarında ayet vardır. Kurban'da "72" yerde "düşünme" kelimesiyle mü'minler düşünme egzersizine tabi kılınmaktadır. Kur'an'ın "29" yerinde. "Tefekkür edesiniz, taakul edesiniz, tezekkür edesiniz" ifadeleri yer almaktadır. Yine "142 yerde. "Düşünmez misiniz?, düşünmüyorlar mi? düşünen bir kavim için" ifadeleri yer almaktadır. Bu ifadelerde dikkati çeken nokta soru biçiminde insanlara yaklaşılmış olmasıdır. Bu da düşünmeyi sağlamak içindir.

Düşünmek fazilettir. düşünen kafalar cesaret sahibi olur. Düşünmeyen ve başkalarının kafasıyla düşünenler ürkek ve korkak olurlar. Eğer düşünmekten endişe edilecek olsaydı Kur'an insanları sık sık düşünmeye çağırmaz, hatta Kur'an'ın "Allah sözü" inanmayanlara meydan okumazdı: "Eğer kulumuza indirdiğimiz (kitaptan) şüphede iseniz kur'an'in benzerinden bir sure getirin ve Allah'tan başka şahitlerinizi de çağırın. Eğer iddianızda doğru iseniz. (Bakara. 23-24)

Kur'an, hiçbir emir ve talimatı, insanlara baskı ile pesin hükümle, düşünmeksizin, beyin yıkayarak kabul ettirmek istemez. Kur'an düşünceye bir sinir koymamıştır. Allah'a inanmayan ya da müşrik insanlara yasak koyma ya da baskı kurma yerine, onları özgürce düşünmeye çağırmak, sorular sorarak şüpheye düşürmek suretiyle düşündürme metodunu seçmiştir. (Bk. Tarik, 5; Abese, 24; A'raf, 185; Rum, 9; Gasiye, 17; Al-i Imran, 137; Bakara, 259; Yusuf, 109)

İslam'da "düşünce suçu" diye bir mefhum yoktur. Böyle bir bahis de yoktur. Hz. Peygamber'in tertemiz esi Hz. Aişe validemiz hakkında münafıklarca atılan iftira Kur'an ayeti ile reddedilmiş, Hz. Aişe aklanmıştı. İslam tarihi'nde "ifk olayı" diye adlandırılan bu olayda Hz. Peygamber iftirayı atanlara herhangi bir ceza uygulamamıştır. Oysa ayet inmeden önce sahabenin ileri gelenleri olayla ilgili görüş belirtiyor, bazı düşüncelerini aktarıyorlardı. Hz Ali'nin Hz. Peygamber'e "Sana dünyada ondan başka kadın mi yok" mealindeki teskin etmeye yönelik sözleri vardır. İslam'ın düşünce özgürlüğüne yaklaşımını su ayetler çerçevesinde açmaya çalısalım:

"Yoksa Kur'an'a uydurma mi diyorlar? De ki, uydurulmuş on sure getirin, eğer gücünüz yetiyorsa, davanızda doğru iseniz, Allah'tan başka gücünüzün yettiği kimseleri çağırın." (Hud, 13)
Bu Kur'an Allah katından olup ondan başkası tarafından uydurulmuş değildir. Fakat kendinden öncekini (İncil'i) doğrulayıcı ve kitabi (Tevrat'ı) da açıklayıcı olarak gönderilmiştir. Kurban'da hiçbir şüphe yoktur. O alemlerin Rabbi tarafından (gönderilme)dır. "
"Yoksa Muhammed onu uydurdu mu diyorlar? De ki, onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz. Allah'tan başka gücünüzün yettiği kadar kimseleri çağırın." (Yunus 37-3

bu ayetlerde muhaliflere tanınan düşünce özgürlüğünü, dünyada hiçbir düzen ya da siyasal rejim tanımamıştır. İslam bir inancın bir düşüncenin baskıyla değil, özgür bir ortamda akil ile ve düşünülerek benimsenmesini istediği gibi, kendisi hakkında şüpheye düşenleri yok etme mahkum etme yerine, serbest düşünce yolunu ardına kadar açma üslubunu benimsemiştir. Bu durum İslam'da düşünce özgürlüğünün zirvede olduğunu gösterir. Kur'an bütün peygamberlerin ümmetlerine düşünce özgürlüğü tanıdıklarını, geçmiş büyük peygamberlerin mucizeler gösterdiğini, insanlara baskı ile değil, ikna ederek kendi akıllarıyla inandırma anlayışını hakim kıldıklarını göstermektedir.

"İslerinde müminlere danış" (Al-i Imran, 159) ayeti dünya üzerinde en kati dikta rejimlerin hakim olduğu bir zamanda İslam'ın düşünceye teşvikini, düşünmeye teşvik edecek mekanizmaları nasıl harekete geçirdiğini çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Sura Meclisi başkanlarının görüşlerinin dikkate alındığı ve müzakere edildiği yer demektir. İslam devli anlamda ve uygulamalı olarak düşünce üretecek mekanizmaları kurma ve geliştirme noktasında da dünyaya ışık tutmuş ve bir devrim meydana getirmiştir.

 

1 yorum:

Tolga Yüksel dedi ki...

cok tesekkurler bu guzel, bilgi derlemeleriniz icin